Bu haftadan itibaren haftada bir
olmak üzere annelik konusunu ele alan yazılar yazmayı planlıyorum. Çocuk
Eğitimine dair çok sözün söylendiği günümüzde anneliği ele alan, annelere
odaklanan kitapların sayısı oldukça az. Türkiye’nin birçok yerinde düzenlediğim
çocuk eğitimi seminerlerinde gördüm ki, çocuğu eğitmekten bahsetmeden önce
annede kendine ve anneliğine dair bir farkındalık oluşturmak gerekiyor. İşte bu
yazı dizisinin de hedefi bu olacak. Evimizdeki çocukları değil, anneleri
konuşup tartışacağız. Bazen ele aldığımız konular tüm insanı, kadını da
kapsayacak ama biz hep anneler penceresinden değerlendireceğiz.
Erikson’un Gelişim Kuramı
Erik Erikson psikoloji
litetratürüne geçmiş önemli bir kuramcı. Onun insanın sekiz gelişim evresini
ele alan kuramı oldukça ufuk açıcı. Bu kuramda diyor ki, insan hayatının
çeşitli yaşlarında farklı gelişim dönemlerinden geçer. Her dönemde iki uç
arasında kalır. O dönemi sağlıklı atlatırsa psikolojisi de sağlıklı olur.
Örneğin 0-1 yaş dönemi bir çocuk için güvene karşı güvensizlik dönemidir. Eğer
bu dönemde çocuk sabit bir bakım veren tarafından ilgi ile büyütülürse insana
güvenmeyi öğrenir. Bu dönemde şefkatli bir bakım verenden yoksun kalan çocuklar
ise hayata ve insana karşı güvensizlik geliştirir. 1-3 yaş dönemi ise bağımsızlığa
karşı utanç dönemidir. Bu dönemde çocuk bağımsız olmak ve kendi başına hareket
etmek ister. Kendi yemeğini yemek, kendi başına yolda yürümek ister. Buna
müsaade edilmezse, çok koruyucu davranılırsa çocuk utanç ucuna gider ve utangaç
olur. Eriksona göre 25-40 yaş dönemi üretkenliğe karşı durgunluk dönemidir.
Kişi bu yaşa geldiğinde artık tüketici konumundan üretici konumuna geçmek,
topluma katkı sağlamak ister. 25 yıllık birikimini çeşitli ürünler ortaya
koyarak göstermek, evine insanlığa katkı sağlamak ister. Bu yapamadığında kişi
durağanlaşır, monotonlaşır ve bir çökkünlük dönemine girer.
Üretimin Geçmişten Günümüze Nasıl Değişti?
Erikson’a göre biz 25-40 yaş arasında üretim
yapmazsak bir anlamsızlık duygusu içimizi kaplar. Şimdi üretim açısından
geçmişin anneleri ile günümüzün annelerini özellikle ev hanımlarını
değerlendirelim.
Köy hayatının hüküm sürdüğü
geçmişte kadın ve anne üretimin bir parçasıydı. Sütü terayağına, yoğurda
dönüştürmek, bahçeye bitkiler ekmek, buğdayı bulgura dönüştürmek, halı dokumak
hayatın bir parçasıydı ve o zamanın anneleri üretimin bizzat içindeydi. Bunun
onlara verdiği içsel bir mutluluk ve anlam vardı.
Köy hayatından şehir hayatına ilk
geçişle birlikte topraktan ve hayvancılıktan büyük oranda uzaklaşıldı. Annelerin
önemli bir üretim alanı elinden gitmişti. İlk şehirleşmede anneler üretimlerini
el işi yaparak, dantel ve kazak örerek; reçel, turşu ve salça yaparak devam
ettirdiler. Evlerine, çocuklarına, evlenenlere bir şeyler kattıkça kendi
hayatlarına da anlam katmış oldular.
Üçüncü kuşak anneler apartmanlarda
yaşamaya başlamışlardı. Artık teknoloji gelişmiş, örgü, kazak, atkı, salça,
reçel ucuzlamıştı ve her yerde bulunur hale gelmişti. Bu nedenle artık örgü ve
reçel işini bıraktılar. Üretime dair bir alan daha ellerinden çıkmış oldu. Bu
kuşağın anneleri üretim alanlarını büyük oranda pasta, börek, salata alanına
kaydırdılar. Komşu ziyaretlerinde tabaklara konan ikram çeşidi çok fazla oranda
artış gönderdi. Köy kuşağında mutfakta olanı birlikte yemek vardı. İlk şehre
göç edenler çat kapı misafirliğe gider, var olan çaydan çekirdekten nasiplenip
evlerine dönerlerdi. Şimdiki misafirliklerde ise ikramların misafirliğin
merkezine oturdu. Anneler üretimlerini bu dar alanda gösteriyorlardı çünkü.
Günümüzde kimi anneler bu alanda üretimlerine devam ediyorlar. Kimi anneler ise
artık bu alanda da üretim yapmıyor ve hazır gıdaya yöneliyorlar. Son alanda
annelerin elinden gidiyor artık.
Üretim Hazzından Tüketim Hazzına
Zaman içinde değişen annelerin
üretim sistemi temel etkisini anneler üzerinde gösterdi. Üretememenin verdiği
sancı günümüz annelerinin en büyük yaralarından biri oldu. Bir çok ev
annelerinden şu şikayeti duymak mümkün: “Hayat çok monoton. Her gün kalkıp aynı
işleri yapmak ve bunun senelerce gideceğini bilmek çok zor.” Kimi anneler
üretmek, topluma katkı sağlamak adına dernek faaliyetlerine, gönüllü işlere
adıyorlar kendini, böylece ayakta kalmaya devam ediyorlar. En tehlikeli grupta
yer alan anneler ise toplumun dayatması ile tüketim hazzını, üretim hazzının yerine
koymuş olan anneler. Tüketimin hazzı o kadar az ve anlamsız ki, kısa sürede yok
oluyor ve kişiyi yeniden tüketmeye, daha çok almaya itiyor. Tüketimde haz var
ama hayata anlam katma yok. Yani hiçbir zaman üretmenin yerini tutamıyor.
Günümüz anneleri, çocukları ile iyi
ilişkiler geliştirirken bir yandan da kendi hayatlarına anlam katmakla
yükümlüler. Hayatlarının üretim döneminde üretememenin verdiği kısırlıkla
durağanlığa saplanmış bir anne ailesine çocuklarına nasıl faydalı olabilir ki. Bu nedenle ev annelerini yeniden üretmeye
teşvik edecek çalışmalara çok ihtiyacımız var. Reçeli, salçayı, turşuyu yeniden
evde yapmaya başlamalı, saksı sebzeciliğini gündeme daha fazla almalı, sosyal projelere
ev annelerin katılımını daha fazla önemsemeliyiz belki. Kim için, tabi ki
geleceğimizi ellerinde büyüten anneler için.
Mehmet Teber
Uzman Pedagog
Hiç yorum yok:
HTML kodu kullanarak yazılan yorumlar onaylanmaz.
Yorumlarınızı yazarken menüden "Anonim"i seçiniz. Yoruma ad soyadınızı yazabilirsiniz.
Eğer bir Gmail hesabınız var ise, menüden "Google hesabı"nı oturum açıp seçebilirsiniz.
Menüden Adı/URL seçeneği ile, adınızı ve e postanızı yazabilirsiniz.